14 Mart 2011 Pazartesi

Yüzüncü Ad -Canavar Yılı-

Uzun zamandır yazmak istiyordum bu kitap hakkında.Özellikle dünyada yaşanan acı günlerin tam da üstüne geldi bitişi...Kitap;saygın bir antika tüccarı olan Baldassare 'nin Yüzüncü ad'ın peşinden dünyanın birçok kentine seyahatini ve bu seyahati sırasında yaşadığı olayları konu alır...İncile göre 1666 yılı canavarın yılıdır.Yani dünyanın sonunun geldiği, binbir türlü felaketin insaonoğlunun başına geleceğine inanılan,kıyamet yılı..Bu kıyametten tek kurtuluş ise yüzüncü adı bulmaktır..Yüzüncü ad, Kur- an da yer alan Allah ın 99 isminin insanlara bildirilmeyen 100. südür.Baldassare çok inanmayarak başladığı bu yolcuğa başına binbir türlü hadise gelerek ve bambaşka biri olarak tamamlayacak hatta hiç hesapta olmayan aşkı bulacaktır.

Amin Maalouf'un okuduğum ikinci kitabı Yüzüncü ad.Daha önce Semerkant ı okumuştum.Üniversitede aylaklıktan kitap okumayı unuttuğum dönemlerde beni yine kitaplarla buluşturan yazar olmuştu kendisi.Semerkant'ta Ömer hayyam'a, Hasan Sabbah' a yer veren yazarımız; Yüzüncü ad da da Sabetay Sevi'den bahsediyor.Tarihin derinliklerinde kalmış bu isimleri kurduğu romana öyle güzel yerleştiriyor ki;okuyanları en azından onlarla ilgili ufak da olsa  fikir sahibi yapıyor.Yazarın en sevdiğim özelliği ise objektif olması.Dinlere, ırklara, kültürlere karşı hep aynı mesafede.Kitabın bir bölümünde onun koyu bir müslüman olduğunu düşünürken iki paragraf sonra aslında yahudi veya hristiyan da olabileceğini düşünüyorsunuz.Ki bu da yazarın farklı kültürler, dinler üzerindeki derin bilgi birikimi  gözler önüne seriyor.

Yüzüncü ad'a dönücek olursak bir solukta okuyabileciğiniz  bir kitap olduğunu söyleyebilirim.Kitapla ilgili tek eleştirim sonu olur sanırım.Biraz havada kalmış gibi hissettim.Tabi bu, kitabı okurken aldığım hazzı gölgeleyemedi.Ayrıca Japonya'da yaşanan felakatin akabinde kitabı düşünerek biraz korkmadım değil.Üstüne bir de nükleer santraldeki sızıntı, dünyanın sonunu ellerimizle getireceğimiz gerçeğini bir tokat gibi vurdu yüzüme.Sonra ablamla defalarca izlediğimiz;Yarından Sonra, filmi geldi aklıma.Şüphesiz en etkilendiğim sahne;  bir şilebin sular atında kalan şehrin göbeğine sürüklenmesiydi.Şuan an izlediklerimize bakınca o görüntüden çokta farklı değiller.Sonunu bilip üstüne filmler çeken,ama o sona yaklaşmamak için en ufak bir çaba sarfetmeyen yegane varlık insanoğludur heralde.Ozon tabakası delinmiş, küresel ısınma olmuş yada nükleer santralden sızıntı olmuş umrumuzda değil.Benim asıl endişem çernobil faciasında  yaşandığı gibi -bakın bu çaylarda bişey yok- diyip ekranlarda içen yetkililerin bugünde benzeri bir cehaletle çıkıp insanları böylesine önemli bir sorunla ilgili doğru bilgilendirmemeleri.Bugün karadenizin yarısı kanserden kırılırken böylesine büyük bir hata tekraralanmaz umarım..Hoş böylesi bir zehirden etkilenmeden kurtulma şansımız pek yok ya neyse....

5 yorum:

ysnbzdmr dedi ki...

harika bir kitap okuduktan sonra kendi kendime sonlar bile yazdım:)

pınar dedi ki...

Evet,sonunu biz yazalım diye biraz ucu açık bitirmiş belki yazarımız(:

ysnbzdmr dedi ki...

ama yazar okuyucuya bırakmasın sonu

pınar dedi ki...

Evet insanda havada kalmış hissi uyanıyor sonra.En azından bende öyle oldu yani.En münasip sonu bulamadım

ysnbzdmr dedi ki...

havada kalmak doğru tabir!